Bir Sivil Toplum Gücü Olarak Ülkü Ocakları
ÖZET
Bu çalışmanın amacı ‘bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları’nı irdelemektir. Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları bahsini teorik temelleriyle birlikte ele alabilmek adına sivil toplum olgusunun başlangıcı, tanımları, günümüzdeki yeri ve konumu öncelikle izah edilmiş, bu izah çerçevesinde Türkiye’nin sivil toplum deneyiminden tahlillerle ve bu deneyime kıyasen Ülkü Ocakları’nın sivil toplum gücü tespit edilmeye çalışılmıştır. Metodolojik olarak sosyo-politik vakıaya mümkün olduğu kadar analitik yaklaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ülkü, Ülkü Ocakları, Sivil Toplum, Sivil Toplum Gücü
A) GİRİŞ
Beşeri olguları tutarlı bir bütün halinde tespit etmek gerçekten zordur. Zira beşeri olgular hem dinamik hem de etkileşimlidirler. “Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinde de; sivil toplum, sivil toplumun gücü ve Ülkü Ocakları unsurları, birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikleri her an değişken üç ayrı değer kümesini ifade etmektedir. Küreselleş(tiril)en dünyada sivil toplum; ortaya çıkış şartlarının ve vasıflarının bir hayli dışında iken sivil toplumun gücü de bidayetinin bir hayli ötesindedir. Ülkü Ocakları’nın kurumsallaşması ve tarihsel bir aktör hüviyetini kazanması süreci çok boyutlu yansımalar yapmıştır ve yapmaktadır. Zikredilen yansımaların sivil toplum yönü ise Ülkü Ocakları adına bir sivil toplum gücü hasıl etmiştir. Ülkü Ocakları’nın sivil toplum sahasına yansıyarak elde ettiği gücün yanı sıra Ülkü Ocakları’nın ideolojik anlamından ve sosyolojik varlığından yani müstakilen zâtından, ‘kendi’liğinden kaynaklanan ve sivil toplumda cereyan eden başka bir güç daha mevcuttur, ki bu mevcudiyet ideolojik orijinli diğer yapılar için de muhteva farklılıkları mahfuz olmak kaydıyla aynı şekilde vardır. Ne var ki; tarifine gayret edilen ve güç üst başlığında birleştirilen faktörler, durağan bir siyaset arenasından, donuk bir toplumdan ve kristalize olmuş sivil toplumdan bahsedilemeyeceği için kesinkes ölçülememekte –ve ölçülmesi gerekmemekte- ancak kestirilebilmektedir.
Sivil toplumun tanımı, anlamı ve önemi üzerinde tam bir ittifak bulunmadığından sivil toplum kuruluşları (bundan sonra STK) paftası günden güne değişen binalar misalince seyri ve sabiteyi şahsında birleştirmektedir. STKnın birbirleriyle olan konumları neredeyse sabitken, genel ölçekteki konumları ve dolayısıyla önemleri konjonktürel olarak değişebilmekte, bir sivil toplum kuruluşu diğer sivil toplum kuruluşlarıyla olan münasebeti aynı kalmasına rağmen, siyasi iradeyi daha net yönlendirebilmekte, toplumsal bünyeyi daha çok sürükleyebilmekte ve ya ulusal ve uluslararası gündemi daha fazla işgal edebilmektedir. Bu durum herhangi bir sivil toplum kuruluşunun faaliyet performansına işaret ettiği kadar, o performanstan aşkın bulunan, sivil toplum olgusu ile olgu haricindeki her şeyin ‘karşı’laşmasından doğan dinamik bir dengeye de işaret eder.
Sivil toplum olgusu üzerindeki muğlaklık beraberinde ciddi bir kapsam tartışmasını zorunlu kılmaktadır. Hangi oluşumun STKndan addedilip hangilerinin addedilemeyeceği, sivil toplum kuruluşu vasfının neye göre ve kim tarafından izafe edilebileceği yahut sivil toplum kuruluşu olarak bilinmenin sivil toplum kuruluşu olmaya kafi gelip gelmeyeceği meseleleri konuyu daha da girift kılan tartışmalardır. Tartışmaların teorik ve pratik bakımlardan düğümlendiği nokta efradını câmî ve ağyarını mânî bir sivil toplum tanımının imkanlılığı noktasıdır. Sivil toplum tanımının gerek ve yeter koşullarının tayinindeki farklılıklar, kapsamın genişliği ile derinliği arasında bir tercih yapmayı gerektirmektedir. Eğer sivil toplum, sadece devlet iktidarnın baskısı ve denetimi altında olmayan gönüllü örgütlerin yer aldığı alan (Keyman) şeklinde tanımlanırsa etik ve içerik kıstaslarından bigane, alabildiğine genellemeci bir sivil toplum elde edilmektedir. Fakat sivil toplum; bir toplumun kendisini ve eylemlerini bir bütün olarak, devlet iktidarının baskısı ve denetimi altında olmayan gönüllü örgütler yoluyla yönetmesi (Keyman) olarak tanımlandığında da sivil toplumun misyonu demokrasi namına kutsanmakta ve devlet gerçeği kategorik biçimde olumsuzlanmaktadır. Ayrıca bu yaklaşım, istisnasız bütün STK için reel politikte muhalif bir tavır icap ettirmesi sebebiyle doğrudan politik ilgisi olmayan sivil örgütlenmelere ve genel manada sivil toplumun devletle işbirliğine çok da hizmet etmemektedir. Genişlik ve derinlik arasında makul bir istikamet tutturabilme adına; toplumsal sorunlara etkili ve uzun-dönemli çözüm bulma sürecine aktif olarak katılan, ve bu temelde de siyasi aktörleri bu çözümleri yaşama geçirecek politikalar üretmeye yönlendirmek için çalışan farklı gönüllü örgütlerin devlet denetimi dışında kurduğu ortak alan (Keyman) tanımı, anlamı sağlama ve amaca hizmet etme bakımından nisbeten daha makul görünmektedir.
Sivil toplumun tanımına ve anlamına yoğunlaşmış tartışmaların Batı literatürü içerisinde gerçekleşmiş oluşu zımnen sivil toplumun Batı’ya mahsus bir olgu kabul edilmesi yorumunu da doğurmuştur. Dikkat çekici olan sivil toplum hakkındaki Batı menşeyli düşünsel faaliyetlerin onu evvelen kendi tecrübesini referans kabul ederek tartışması değildir. Dikkat çekici olan sivil toplumun varlığıyla Batı’da, mümkünatıyla ancak Batı’da ve bütünüyle Batı’dakinden ibaret ele alınmasıdır. Batı-dışı toplumların, özellikle de Müslüman milletlerin, Tönniesyen cemiyet-cemaat yada Durkheimyen mekanik-organik tasniflerle kritik edilip, kamil manada bir sivil toplum inşa edemeyecekleri kanaati gayet yaygındır. Bu kanaat esas alındığı takdirde; kamil bir sivil toplumu betimleyen hemen herşeyin Batı’lı değerleri ve yargıları olumlaması totolojik bir sonuçtur. Zira kavram, zaten Batı önceliklidir –hatta Batı içindir- . Öyleyse; Batı öncelenerek ortaya konmuş, lüzumu ve geçerliliği Batı ile sınırlı ve Batı inhisarındaki bir kavram ne hikmetle Batı-dışı’nda aranmakta ve dahi –doğal olarak- bulunamadığında ne türden bir eksiklikten/yetersizlikden dem vurulabilmektedir! Esasen, Haldunyen bir asabiyecilik/grup dayamışması perspektifiyle Batı’nın sivil toplum tarihini özgün bir tenkide tabi tutmak ve “herkesin sivil toplumu kendine müsait” demek de mümkündür.
Ülkü Ocakları’nın nev-i şahsına münhasır varlığı, kendilikliği sayesinde, sivil toplumda cereyan eden bir güce malik bulunuşu ile sivil toplum sahasına, sivil toplumun kodları ve mekanizmaları vasıtasıyla yansıyarak elde ettiği gücün te’lifi iddiasını temellendirebilmek adına, yukarıda tartışılan öncülleri hatırdan çıkartmaksızın, sivil toplum olgusunun kavramsal müktesebatına ve Türkiye’nin sivil toplum geçmişine müracaat etmek mecburiyeti vardır.
B) ANA ‘HAT’LAR ve KAVRAMSAL ‘TEZHİP’LER
Michelangelo’dan mülhem mermer bloğu alıp, mermere ait olmayan kısımların atılmasıyla heykeli ortaya çıkarma mantığı sivil toplumun bidayetini izah etmek için kullanılabilir niteliktedir. Blokta heykeli olduğu gibi saklı kabul eden sanatsal kuram ile devleti milli varlıkta mündemiç sayan siyasal kuram aynı perspektiftedir. Milli sosyo-politik varlıkta içkin bulunan devlet, tekemmül edebilmek uğruna, ölçülü ve tedrici bir biçimde bütünden sıyrılır. Bu sıyrılıştaki ölçüden ve dereceden maksat; milli sosyo-politik varlığın zâyi edilmesine izin vermeyen, onu sakat bırakmayan, kırmaksızın yontan, koparmayıp ayıran ve milli bünyeyi tarihin temel yürütücü amili olan milletler arası rekabetin dişlilerinde un-ufak ettirmeyen milliyetçi tarz-ı siyasettir. Ayrışmak suretiyle devleti belirginleştiren parçaların ise milli sosyo-politik varlığa aidiyetleri devam etmekte ve ayrışmış olmaları hasebiyle devleti belirginliştirmektedirler. İşte bu milli sosyo-politik varlığa ait olduğu halde devletten ayrışmış/ayrılmış parçaların tamamına sivil toplum denilebilir.
Sivil toplum; başka hiçbir ıstılaha ihtiyaç duymaksızın anlaşılabilecek bir şey değildir. Tanımlardan da fark edileceği üzere sivil toplum; devlet, birey, haklar ve diğer kavramların eşliğinde anlamlandırılabilmektedir. Sivil toplumun başlangıcını izah edebilmek ancak devlet ve birey ilişkisini doğru okumakla mümkündür. Devlet-birey münasebeti bakımından ise eşitlik ve özgürlük yorumları konuya dahil olmaktadır. Devlet-birey-eşitlik-özgürlük bağıntısı Rousseau’dan haberdar fakat –Anglosaksonizme dûçâr olmayacak kadar- Hobbes’a taraftar bir yaklaşımla irdelendiğinde, insanların, devlet mekanizması olmaksızın çarpık bir eşitliğe ve sürdürülemez, psödö özgürlüklere mahkum kalacakları görülmektedir. Devlet öncesi döneme atıfla; Her insanın her insanı öldürebileceğine dayanan mutlak eşitlik savı, bir yandan tabii halin ne kadar tehlikeli bir hal olduğunu gösterirken, öte yandan tabii halden sivil hale geçişi sağlayacak sözleşmeye biçimsel tutarlılık kazandıracaktır. (Akal 2003: 95) Eşitlik ve özgürlük kavramlarının, ruhlarına uygun, tutarlı, sürekli ve birbirlerine nispeten dengeli mümkünatı, fertleri üst ve ussal bir sözleşmeyi yani devleti tanımaya götürür. Devlet; fertlere özgürlüklerini ve eşitliklerini kullanabilecekleri bir güven iklimi yani sivil hal tahsis eder. Bireysel güvenliği sağlayacak olan devletin kuruluşu, onu oluşturacak olan her bireyin her şey üzerindeki hakkından feragat etmesine bağlıdır. Bu vazgeçiş ile uygar ya da sivil topluma giden ilk adım atılmış olur.(Ekinci 2003:84) Sivil toplum; tabii halden sivil hale geçişle birlikte doğar ve bireylerin, haklarını devletin çizdiği sınırları gözeterek kullanmaları yoluyla gelişir. Devletten ayrı olan ama devlet olmaksızın da olamayan sivil toplumun gelişiminde bireyin her açıdan sivil toplumdan önce geldiği ileri sürülmeden, tabii hakların önceliği savunulamaz: Sivil toplumun ya da egemen gücün elinde bulundurduğu hakların tümü, köken itibariyle bireye ait olan haklardan türemektedir.” (Strauss 2000: 280) Zira birey; devleti ve sivil toplumu tabii halden vazgeçerek gerçekleştirmiştir. Sivil halle teşekkül eden devletin ve bu halde tebarüz eden sivil toplumun mesnedi bireyin zikredilen feragâtidir. Devleti ve sivil toplumu bir arada var kılan, bireylerin bu feragat uzlaşısıdır.
Sivil toplumun ortaya çıkışı ve bireysel hakların kullanılma kalitesi ve kantitesiyle doğru orantılı olarak gelişimi, onun yapısına ve işlevine dair düşünmeyi gerektirir. Çünkü; Sözleşmeyle kurulan sivil toplum insanlar arasındaki eşitsizliği politik eşitlik ya da yasalar karşısındaki hukuksal eşitlik biçimine dönüştürür.(Ekinci 2003:87) Pekiyi, bu dönüşüm nasıldır ve başarısı nelere bağlıdır? Dönüşümü kavrayabilmek sivil toplumun işlevini, dönüşümü değerlendirmek ise sivil toplumun yapısını anlamakla mümkündür. Sivil toplum; politik ve/ya hukuksal eşitliği sağlamakla mükelleftir. Bu mükellefiyet farklılıkların birbirleriyle münasebet kurma usûlleri düzenlenerek yerine getirilebilir. Sivil toplum sayesinde; antagonistik(farklılıkların husumeti) temayüller agonistik(farklılıkların rekabeti) temayüllere evrilir. Farklılıkların temsili bağlamında, modern demokratik devletin ayırıcı özelliği, siyasal yarıştır.(Dahl 1993:23) Husumetin rekabete tahvili gerçekleşmeksizin farklılıkların ancak siyasal düzlemde çatışmaları beklenebilir. Farklılıkları, çatışmaktan yarışmaya yönlendirerek devlet aygıtının arzulanan yönetsel olgunluğa erişmesine zemin hazırlayan sivil toplumdur. Sivil toplumun farklılıkları yarıştırma keyfiyeti onun yapısından bağımsız ele alınamaz. Ve hatta, bahsi geçen yapı, sivil toplumun farklılıkları yarıştırma keyfiyetine doğrudan müdahildir. Sivil toplumun karmaşık ve çok-boyutlu yapısı kendisini, sivil toplumu (a) STK’larla özdeşleştiren ve “örgütsel yaşam” olarak tanımlayan, (b) demokratikleşmeyle özdeşleştiren ve “demokrasiye geçişin ön-koşulu” olarak tanımlayan, ya da (c) “katılımcı demokratik toplum yönetiminin gerekli aktörü” olarak gören farklı oluşumların eş-zamanlı olarak sivil toplum alanında yer almasında göstermektedir.(Keyman ve İçduygu 2003) Sivil toplumu; salt örgütsel çabalar, demokrasi için bir ön-şart yahut demokratik toplumun – ki demokratik toplum, bambaşka ve radikal, demokrasist bir toplum düzeni projesinin ürünüdür!- bir gereği olarak öngörmek, tabiiyyetle birbirinden apayrı sosyo-politik projeksiyonlar ortaya koymak demektir. Her projeksiyonun ise siyasal arenadaki performansı aynı olmayacaktır. Sivil toplumun politik ve/ya hukuksal eşitliği sağlama mükellefiyetinin ifası gayet hareketli ve hararetli bir sivil toplum dünyası yaratmaktadır.
Sivil toplumun hem işlevi hem de yapısı noktasında cârî bir diğer husus ise milli/bölgesel şartların eş olmayışıdır. Kuzey ve batı ülkelerinin sivil toplum tecrübeleri, orta ve doğu Avrupa ülkeleri ile latin coğrafyasınınkinden farklıdır. Orta ve uzak doğudaki tecrübeler ise zikredilen memleketlerdekinden bir hayli farklıdır. Belli bir eğitim düzeyinde olup, böylelikle değişik kurum ve örgütlere girip çıkabilen… değişik toplumsal ortamların yapı taşlarından biri olmaya yetecek donanıma sahip modüler insan (Özdalga 1996:260-261) kadrosu ve cemiyet özelliklerine haiz toplum yapısı dünyanın her yerinde aynı yoğunlukta değildir. İş bu yoğunluk farkı sivil toplum olgusunu milli bazda ölçeklendirmeyi daha makul kılmaktadır. İmdi; “bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinin arka planını tasvir etmek adına ölçek, Türkiye üzerine getirilmelidir.
C) TÜRKİYE’NİN SİVİL TOPLUM TECRÜBESİNE DAİR
Türkiye’nin sivil toplum tecrübesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Türk siyasal hayatının paralelinde seyretmiştir. Türk siyasal hayatında meydana gelen çalkantılar, buhranlar, değişim ve dönüşümler Türkiye’nin sivil toplum tecrübesini domine eden başat faktördür. Öncelikle; Türk siyasal kültürünü değişimden çok devamlılık karakterize eder. (Heper 2000:1) Ve bu devamlılık bağlamını en çok, devlet ifade eder. Türk milletinin tarihsel yolculuğunda muktedir, merkezi devlet tonunun koyuluğu, moral değerlere bağlılığının ardından, Türk milletinin jeopolitik ve jeostratejik direncini açıklayan en önemli husutur.
Türk milletini; milletler mücadelesinin anbean değişen zorlayıcılığına, yıkıcılığına karşı bağışıklı kılan ‘güçlü merkez’, Türk siyasal hayatına bir nevî kendi tarzını kazandırmıştır:Adap geleneği. Devletin yönetenle değil, kurulu değerler ile özdeş olduğunun varsayıldığı “adab geleneği” Osmanlı İmparatorluğu’nda klasik dönemi boyunca (1200-1600) hakim olan bir anlayış idi. Adab geleneği devlet odaklı, seküler ve sivil toplumdaki faktörlerden bağımsız olarak kabul edilmekteydi.(Akşit vd. 2003) Kudrete ve adalete dayanarak aklî bir gereklilik hüviyetine bürünen adap geleneği muktedir devleti ibraz eden anahtar kavramdır. Osmanlı’nın güçten düşmesiyle vasatını kaybeden adap geleneğinin devletin tâkât yetirememesinden çok sonra dahi gözden ve çaptan düşmemeyi başarabilmesi, onun Türk siyasal hayatında bir teamül ve bir tarz şeklinde var olduğunun delilidir. Güçlü merkezin sivil toplumu sınırlandırdığı tezi tersinden de delillendirilebilir. Türk siyasal tarihinde devlet erkinin zaafiyete uğradığı vetirelerde milli varlığın sürekliliğini sağlayan sivil toplum hamleleri öne çıkmıştır. Kaotik Beylikler Dönemindeki ‘Âhiler’ örneğinde görüleceği gibi. Kaotik sürecin aşılmasının ardından ise devletin sivil topluma emaneten bırakılmış yönetsel rolünü geri aldığı kaydedilmektedir. Osmanlı toplum yapısında, toplumla devlet arasında önemli bir varlık, dolayısıyla sivil toplum unsurları niteliğinde olan şehir, lonca, dini kurum ve yerel eşraf gibi aracı kurumlar varlık itibariyle sivil topluma örtük bir potansiyel teşkil etmişlerdir. (Çaha, 1996:78) Fakat bu potansiyel ancak devletin müsaade ettiği yada müsaade etmek zorunda kaldığı zamanlarda yönetişim anlamında kuvveden fiile çıkmıştır. Adap geleneği ile teşmil olan güçlü merkez, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal ederek, bu dönemde de sivil toplumun mahdut kalışına sebep olmuştur.
Cumhuriyet’in Osmanlı’dan tevarüs ettiği güçlü merkez tarzı, Cumhuriyet’in toplum yaratma çabaları ile birlikte sivil toplum meselesinin mecrasını farklılaştırmıştır. Devlete tâbîliğin tarzındaki değişiklik ve tâbî olanların medeniyetler arası gönülsüz ilticası, sivil toplumu da etkilemiştir. Esasen; tâbîlerin ve tâbîyyetin devlet eliyle dönüşümü bir modernite projesidir. Ne yazık ki proje, öz vatanında mülteci bir millet yaratmaktan öteye gidememiştir. Devlet geleneksel olarak yine güçlü, birey ve sivil toplum ise hâlâ edilgendir. Bir farkla; bireyin ve sivil toplumun edilgenliğini yepyeni bir üslupta devam ettirmesi hakim etken kürsüsünden va’zdilmektedir. Kemalist modernite projesi, ulus-devleti toplumu örgütleyici ve tanımlayıcı egemen özne konumuna getirerek(Keyman ve İçduygu 1998:172) tatbik edilmiştir. Kemalist tatbikatın neticesi ise sorumlulukların yüklenip hakların tanınmasının geriye bırakıldığı, ‘birey’ vasfından uzak bir yurttaşlık anlayışıdır. Tâbîlerin edilgenliği hem modernize edilecek bir unsur hem de modernitenin yüklenicisi olmak bakımından devam etmektedir. Edilgenliğin istikrarı ise Ordu’nun uhdesindedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze değin Ordu, Kemalist prensip ve önceliklerin savunulması adına ve şahs-ı manevisini feda etmek pahasına sistemi ve dolayısıyla sivil toplumu baskılamıştır. Fakat bu baskılayışın hangi ölçüde amacına hizmet ettiği tartışmalıdır. Artık zaten Ordu’da; sivil toplum gruplarının varolduğu bir siyasi atmosfer yaratmaya ve dinamik bir uzlaşma sağlamaya çalışmakta, farklı çıkarların meşruiyetini kabul etmektedir. Diğer bir deyişle, ordu ılımlı araçsalcı bir devlete dönüşebilecek geçiş halinde bir aşkın devlet aramaktadır. (Heper, 1985; Heper ve Güney, 2000) Ordu’nun farklı çıkarların meşruiyetini kabul etmesine kadar geçen sürede, gerek kabul öncesi yapılan askeri müdahalelerin kahrediciliği, gerek bu müdahalelere maruz kalmayı başaran(!) siyaset kurumunun itibar kaybı, gerekse de uluslar arası konjonktürün büyük değişimi ile Türkiye’ye özgü bir sivil toplum açığa çıkmıştır.
Yukarıda zikredilen ve birbiriyle ilintili bulunan üç faktörün müştereken ihdas ettiği Türkiye tipi sivil toplumu anlarken ve açıklarken, ideolojik olanın bizatihi var oluşunu, çağa mâl oluşunu ve çağa tahvil edilişini göz önünde tutmak çalışmanın metodolojik esasıdır. Şimdi, bu esasa göre Ülkü Ocakları’nın sivil tolum gücüne değinilebilir.
D) ÜLKÜ OCAKLARI’NIN SİVİL TOPLUM GÜCÜNÜN ÜÇ BOYUTLU KONFİGÜRASYONU
i) Bizâtihi Var Oluşundan Kaynaklanan İlk Boyut:
Ülkü Ocakları; bizatihi var oluşu sayesinde ve o var oluşa dayanarak bir sivil toplum gücüne mâliktir. Bu güç Ülkü Ocakları’nın toplumla kurduğu ilişkinin frekansından sadır olmaktadır. Türk toplumunu tanzim eden ve ona bir milli şahsiyet kazandıran değerler Ülkü Ocakları’nın ontolojik referanslarıdır. Bu referanslar müktesebatı, milli öz ile, rabıtası dolaysız ve kendiliğinden bir manevi köprü teşekkül ettirir. Milli özden neş’et eden referanslarla örülü olmak, Ülkü Ocakları ile millet arasında bir genellik-modellik ilişkisi yaratmaktadır. Ülkü Ocakları’nın milletin değerleriyle referanslanmışlığı, O’nun milletten tagayyürünü imkansız hale getirerek, her koşulda milleti anlamasına ve milletçe tanınmasına vesile olur. Ülkü Ocakları’nın milleti anlamasından maksat; milletin maruz kaldığı, makbul baktığı, aklettiği, hissettiği ve kanaat getirdiği her ne varsa bütün bunları milletin duyumsadığı gibi duyumsamak, milletle akıl, his ve kader bakımından aynîleşmektir. Bu aynîleşme, milletin –olası- dejenerasyonundan nasibini almaya dek götürülebilir. Bu meyanda belirtmek gerekir ki; milletin dejenerasyonu demek bütün bir milletin külliyen pütrüfükasyonu/çürümüşlüğü demek değildir, –hatta, milletin bütün halinde çürümesi olası da değildir, ancak dejenere öğelerden/uçlardan dem vurulabilir-. Ülkü Ocakları’nın milletçe tanınmasından maksat ise; milletin Ocak’ı –ve Ocak’lıyı- kendinden bilmesi, Onu tanıyarak ayrıştırmak yerine tanıdıkça benimsemesidir. Ülkü Ocakları’nın ontolojik referansları uyarınca milleti anlaması ve miletçe tanınması keyfiyeti siyasal düzeyde ve toplumsal düzende bir güç unsurudur. Tesmiye etmek gerekirse bu güce; ‘sivil toplum denklemlerinin Ülkücü sabiti’ denilebilir.
Sivil toplum denklemlerinin Ülkücü Sabiti; Ülkü Ocakları’nın varlığını milletin varlığına koşutlamasının sosyo-politik tezahürü olarak işlerlik kazanır. Bu genel koşutlanmışlığı diğer STKnın toplumsal meselelerle ilgilenme biçiminden ayırabilmek adına şu istatistik faydalıdır: Sizce STK belirli bir konuda uzmanlaşmalı mıdır? Ülkü Ocakları: Evet, tek konu da uzmanlaşılmalı-%37.5 , Hayır, bir çok konuda yer alınmalı-%62.5 (Akşit vd. 2003:117) (Ülkü Ocakları mensupları ile birlikte MGV ve DİSK mensuplarının da en yüksek hayır oranı grubunda bulunuşları, ideolojik bazlılığın istatistik tasnifteki yakınlaştırması olarak değerlendirilebilir.) Diğer STKna nispeten Ülkü Ocakları mensuplarının çok yüksek oranda çeşitli konularda yer almak isteyişlerini seslendirmeleri; milletin bütüncül varlığına koşutlanmanın, tek bir uzmanlık sahasına indirgenilemeyişindendir.
Ülkü Ocakları’nın ontolojik referansları uyarınca milleti anlaması ve miletçe tanınması keyfiyetinin sivil toplum denklemlerine kattığı Ülkücü sabitinin haricinde, Ülkü Ocakları’nın Türk Milletine tarihsel rolünü ve medeniyet iddiasını hatırlatması ve Onu bu role, bu iddiaya yeniden davet etmesi de Türkiye’de sivil toplum yapısınının bütününe tesir eden bir faktördür. Zira Türkiye’de an-şart teşekkülü kemale eren sivil toplum yapısı Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin torna iznelerini taşımaktadır. Hal böyle iken; organizasyon aşamasındaki Türkiye tipi sivil topluma Ülkü Ocakları’nın etkisi, asimetrik bir re-organizasyon dinamiğidir. Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin tornasından çıkma Türkiye tipi sivil toplumun kahir ekseriyetle bir kavram şuuru ve coğrafya haritası vardır. Halbuki Ülkü Ocakları’nın; bir kavram haritası ve coğrafya şuuru vardır!
Ülkü Ocakları’nın bizatihi varlığı biri sivil toplumun mekanizmasında, içinde öteki de sivil toplumun çeperlerinde tesirli iki faktörü ortaya koymaktadır. Bu iki faktörün müştereken sağladığı imkanlar Ülkü Ocakları’nın sivil toplum gücünün mukaddimesi olarak değerlendirilebilir. Zira Ülkü Ocakları’nın Türkiye’ye mâl oluşundan kaynaklanan sivil toplum etkisi bu iki faktörün izinden devam etmektedir.
ii) Türkiye’ye Mâl Oluşundan Kaynaklanan İkinci Boyut:
Nizam-ı Alem’i ve i’lâ-yı kelimetullah’ı gaye edinmiş Türk Milliyetçiliğinin, Ülkücü disiplinle Ocak çatısı altında kurumsallaşarak mücadele vermesi, özelinde yakın dönem siyasal tarihte genelinde de Türk tarihinde kendi sayfasını açmıştır. Tarih okuyan bir teşekkülün, tarihe geçip kendi tarihini okutmaya başlaması politik ve sosyolojik bir mâl oluşun habercisidir. Öyleyse; Ülkü Ocakları nereye mâl olmuştur ve bu mâl oluş ne manaya gelmektedir?
Ülkü Ocakları Türk siyasal hayatına ve Türk Milleti’nin kolektif şuuraltına mâl olmuştur. Ve bu mâl oluş; Ülkü Ocakları’nın verdiği mücadelenin hem içeriğiyle hem de biçimiyle alakalıdır. İçeriğiyle alakalıdır çünkü bu içerik Türk siyasal hayatında kültür kazandırıcı olmuştur. Milli değerlerin, milleti millet yapan hasletlerin, bütünlüklü tarih algısının, milli tarihsel rolün, İslami sosyolojik ve ekonomik prensiplerin ve sünni dokunun siyaset kurumunun gündemine girebilmesi ve siyasal, ekonomik, akademik, askeri-sivil bürokratik elitlerin zikredilen hususları –isteseler de istemeseler de- hesaba katmak zorunda kalmaları Ülkücü mücadelenin akültüratif zaferidir. Evet, Türkiye hâlâ ‘Milliyetçi Türkiye’ olmamıştır, ‘Milli Devlet’ için ‘Güçlü İktidar’ henüz gerçekleşmemiştir ama Türkiye’de Türklüğün tasfiyesine mâni olunmuş, kurum ve kuruluşlar milliyetçi öncelikleri yer yer/zaman zaman gözetmeye kendilerini mecbur hissetmiş, milletin kolektif şuuraltında korunan milli zigotun ideolojik bir kürtajla katledilmesi engellenmiştir. Ve biçimiyle de alakalıdır çünkü; şeklin öze mukaddem olduğu bir toplumda en âlâ öz bile yanlış bir biçimde sunulduğu takdirde âkim kalmaya mahkumdur. Ülkü Ocakları’nın mücadele metodu bu milletin ilksel olarak aşina olduğu –yegane hak- metod olan ‘tebliğ-davet-icabet’ metodudur. Ülkü Ocakları’nın tebliğ-davet-icabet metodolojisi toplumun dini-milli dip akıntılarını besleyen bir sosyal hareketlilik yaratarak, medeniyetinden iltica ettirilmiş bu milletin köksüzlüğünü teskin etmiştir. Ve dahi; bu mücadelenin kurbanlarla bezenmişliği, mücadelenin samimiyeti, biçim ve içeriği hakkındaki her türlü şüpheyi sâkıt etmektedir.
Ülkü Ocakları’nın Türk siyasal hayatına ve Türk Milleti’nin kolektif şuuraltına mâl oluşu sivil toplum bazında şu manaya gelmektedir: Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin şekillendirmesinden ibaret bir sivil toplum yaratma çabaları, tüm legal, finansal ve konjonktürel avantajlarına rağmen, bir türlü istenen seviyeye çıkamamaktadır. Çünkü henüz bu ülkenin ‘kendine has insan yetiştirme kültürü’ sosyolojik, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik bakımlardan hâlâ câridir. Yani; sivil toplum noktasında planlar farklıdır ama malzeme aynı malzeme, Müslüman Türk aynı Müslüman Türk’tür. Tabiri caizse; hacer-ül esved taşından barok tarzı kagir bina çıkmamaktadır. Müslüman Türk’ün ‘Müslüman Türk’lük hasletlerinin muhafazasında da Ülkü Ocakları’nın işlevi ve önemi ortadadır.
Ülkü Ocakları’nın verdiği mücadelenin biçimi ve içeriği ile Türkiye’ye mâl oluşu; sivil toplum denklemlerindeki Ülkücü sabitinin ve Ülkü Ocakları’nın halka rağmen halkçı ve/ya millete yabancı sivil toplumculuk çabalarına karşı gösterdiği asimetrik dinamiğin müşterek zemininde yükselerek, milletin sivil toplum marifetiyle çarpık dönüşümüne müsaade etmemektedir. Bunun kadar mühim bir başka husus ise Ülkü Ocakları’nın kurumsal varlığıyla yerli bir sivil toplum alanı yaratılmasına sunduğu katkıdır. Ülkü Ocakları’nın yerli bir sivil toplum alanı yaratılmasına ve milletin izzetiyle ve haysiyetiyle çatışmayan bir toplumsal dönüşüme ettiği hizmet, Onun çağa tahvil edilişinden kaynaklanan sivil toplum gücüdür.
iii) Çağa Tahvil Edilişinden Kaynaklanan Üçüncü Boyut:
Ülkü Ocakları; referans değerleri, kurumsal kimliği ve örgütlülüğü ile, yerli bir sivil toplumculuğun inşasına ve toplumsal dönüşümün toplumsal asılla tutarlılığına hizmet etmektedir. Ülkü Ocakları’nın -var oluş amacı/ülküsü ile çelişmemek kaydı şartıyla- siyasal, sosyal ve kültürel faaliyetlere alaka göstermesi, nüfuz etmesi, tenkid ve tahlillere tâbî tutması,katılması, destek vermesi ve ya muhalefet-protesto etmesi, Onun çağa tahvil oluşunun üst başlıklarıdır.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin siyasal yöntemi, Onun siyasal hayatta ve demokratik yarışta belli bir siyasi partiye verdiği destektir. Ülkü Ocakları mensuplarının siyasi bir partiye üye olma oranları %36.4tür.(Akşit vd. 2003: 228) (Üyelik oranı diğer STKnın-LIONS hariç- çok üzerinde, marjinal değerdedir.) Ülkü Ocakları’nın ideolojik ve tarihsel olarak birlikte hareket ettiği ve ciddi bir oranda kadrolarını yetiştirdiği Milliyetçi Hareket Partisi politik bir aktördür, siyaset kurumunda yer almaktadır. Ülkü Ocakları’nın Milliyetçi Hareket Partisi’ne verdiği destek, aynı zamanda kendi tercihi ile genel siyaseti denetleyebildiğini göstermektedir. Ülkü Ocakları’nın genel siyaseti parti ilgisi ve desteği üzerinden denetleyebiliyor oluşu, bu desteği alenen gösterme geleneği ve iradesi, O’nun çağa sürdürülebilir, demokratik, açık ve sorumluluk almaktan imtina etmeyen bir siyasal duruşla tahvil edildiğini gösterir.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin sosyal yöntemi ise yaygın ve açık örgüt yapısıdır. Yaygın ve açık örgüt yapısı esasen Ülkücü mücadele metodolojisinin gereğidir. Yaygın ve açık örgütlülük olmaksızın tebliğ-davet ve icabet zincirinin kısa kalması kaçınılmazdır. Ülkü Ocakları’nın çok büyük oranda taşra teşkilatlanması sayesinde toplumla buluşuyor, toplumun her kesiminden insanı bünyesinde tutuyor, iç mekanizmaları uyarınca devamlı yeni yüzlerle kendini devam ettiriyor, yerel gündemin nabzını tutuyor, lokal sosyal vakıaları regüle ediyor oluşu, Onun çağa –hatta hayata- tahvil edilişinin ana damarıdır. Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin sosyal yöntemindeki diğer damar ise organizasyonlardır. Aynı konunun, günün, olayın taşra teşkilatları eliyle pek çok yerde idantik bir tarzda organizasyonlarla icra edilmesi kanaat geri dönüşü imkanını da sağlaması bakımından mühimdir. Aynı konuyu, her yerde, aynı üslupla icra edebilmek ciddi bir teşkilat başarısıdır. Bu başarıda; Ülkü Ocakları mensuplarının Sivil toplum kuruluşunuzun aldığı kararları ne ölçüde desteklersiniz? sorusuna verdikleri %66.7 hemen hemen tümünü, %21.2 çoğunu, %12.1 bazılarını(Akşit vd. 2003: ) cevabının etkisi yadsınamaz. ( Destek oranı diğer STKnın çok üzerinde, marjinal değerdedir.) Ülkü Ocakları mensuplarının Üyesi olduğunuz başka bir STK var mı? sorusuna verdikleri %90.9 Hayır(Akşit vd. 2003:223) cevabı da teşkilat disiplini açısından kayda değerdir. Yalnız; Ülkü Ocakları mensuplarının cinsiyet dağılımındaki aşırı dengesizlik sosyal bünyeye hakkıyla tahvil olabilmenin bağdaşabileceği bir durumu ifade etmemektedir.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin kültürel yöntemi ise merkezi neşriyatlar, teşkilat organizasyonlarında beyan edilen konular ve öğrenim kurumlarındaki Ülkücü kitlenin kurum içinde gösterdiği sistematik-demokratik katılımcılıktır. Özellikle yüksek öğrenimde temerküz eden bu kültürel katılımcılığın Türkiye’nin düşünsel hijyeni adına gayet hayırlı olduğunun tespiti zor değildir.
Hülasa; Ülkü Ocakları’nın yerli bir sivil toplumun inşası açısından çağa siyasal, sosyal ve kültürel yöntemlerle tahvil edilişi tematik faydalar ortaya koymaktadır. Bütün tematik faydaların tamamından ayrı bir boyutta ama en az onlar kadar kıymetli olan bir başka fayda da; ithal sivil toplumculuğa ve laikar siyasal erke milli sivil toplumun realitesini ispat etmesi ve ‘legal’ olanın yanında ‘helal ve örfî’ olanı hatırlatmasıdır.
E) SONUÇ YERİNE
Başlarken; “Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinde de; sivil toplum, sivil toplumun gücü ve Ülkü Ocakları unsurları, birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikleri her an değişken üç ayrı değer kümesini ifade etmektedir, denilmişti. Birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikler değişken bu üç değer kümesinin kesişim eksenleri tespit, takip ve tahlil etmek adına ortaya konan bu manzumenin –şimdilik- neticesi Batı Medeniyeti’nin kavramlarının tartışılmaz, İslam coğrafyasının mâkûs talihinin ise aşılmaz olmadığı yönündedir. Görülmektedir ki; Batı medeniyet dairesinin öz numunesi zaviyesinde telakki edilen sivil toplum, Türkiye’de, Ülkü Ocakları’nın çabaları sayesinde milletin fayda ve bekâsına hasredilebilmiştir. Ülkü Ocakları’nın malik olduğu sivil toplum gücünün anahtarı, ‘kavramı millete hasrederek gerçekleştime’ niyet ve istikametindedir. Ve mevzubahis Ülkü Ocakları ise; -niyet ve istikamet gereği- bütün anahtarlar birbirlerine benzerler.
F) KAYNAKÇA
AKAL Cemal Bali (2003) ,Modern Düşüncenin Doğuşu/İspanyol Altın Çağı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
AKŞİT Bahattin., SERDAR Ayşe ve TABAKOĞLU Bahar (2003), “Sivil Toplumun ve Katılımın Güçlendirilmesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü”, TÜBİTAK-TÜBA-YÖK SOBAG’a sunulan araştırma raporu, Ankara.
ÇAHA, Ömer. (1996), Sivil Kadın. Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın. (Çev:E. Özensel), Vadi Yay. , Ankara.
DAHL, Robert A. (1993), Demokrasi ve Eleştirileri. (Çev. Levent Köker), Ankara.
EKİNCİ Ekrem (2003), “ Hobbes ve Rousseau: Toplumsal Sözleşme Kuramı”, Kaygı Dergisi, Bursa.
HEPER, Metin (1985), The State Tradition in Turkey, Eothen Press., Walkington.
HEPER Metin ve GÜNEY Aylin (2000), ‘The Military and The Consolidation of Democracy: The Recent Turkish Experience’, Armed Forces & Society. 26(4): 35-58.
HEPER, Metin (2000) ‘The Ottoman Legacy and Turkish Politics’, Journal of International Affairs. 54(1): 63-83.
KEYMAN E. Fuat , “Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum”, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, http://panel.stgm.org.tr/vera/app/var/files/a/v/avrupadaveturkiyedesiviltoplum.doc/ 17.10.2011
KEYMAN E. Fuat ve İÇDUYGU Ahmet (2003) , “Globalization, Civil Society and Citizenship in Turkey”, Citizenship Studies, 7:2 , İstanbul.
KEYMAN, Fuat ve İÇDUYGU Ahmet (1998), ‘Türk Modernleşmesi ve Ulusal Kimlik Sorunu: Anayasal Vatandaşlık ve Demokratik Açılım Olasılığı’, 75 Yılda Tebaadan Yurttaşa. Tarih Vakfi Yayınları, İstanbul.
STRAUSS, Leo (2000), Tabii Hak ve Tarih, Devlet Kuramı, Der. Cemal Bali Akal, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
ÖZDALGA, Elisabeth. (1996), “Sivil Toplum ve Düşmanları” , iç, Postmodernizm ve İslam Küreselleşme ve Oryantalizm (der:A.Topçuoğlu, Y.Aktay), Vadi Yay., Ankara.
(Bu yazı ilk olarak ‘Ülkü Ocakları Dergisi’nin 100. sayısında yayımlanmıştır.)
Ahmet T. ODLUYURT
ÖZET
Bu çalışmanın amacı ‘bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları’nı irdelemektir. Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları bahsini teorik temelleriyle birlikte ele alabilmek adına sivil toplum olgusunun başlangıcı, tanımları, günümüzdeki yeri ve konumu öncelikle izah edilmiş, bu izah çerçevesinde Türkiye’nin sivil toplum deneyiminden tahlillerle ve bu deneyime kıyasen Ülkü Ocakları’nın sivil toplum gücü tespit edilmeye çalışılmıştır. Metodolojik olarak sosyo-politik vakıaya mümkün olduğu kadar analitik yaklaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ülkü, Ülkü Ocakları, Sivil Toplum, Sivil Toplum Gücü
A) GİRİŞ
Beşeri olguları tutarlı bir bütün halinde tespit etmek gerçekten zordur. Zira beşeri olgular hem dinamik hem de etkileşimlidirler. “Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinde de; sivil toplum, sivil toplumun gücü ve Ülkü Ocakları unsurları, birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikleri her an değişken üç ayrı değer kümesini ifade etmektedir. Küreselleş(tiril)en dünyada sivil toplum; ortaya çıkış şartlarının ve vasıflarının bir hayli dışında iken sivil toplumun gücü de bidayetinin bir hayli ötesindedir. Ülkü Ocakları’nın kurumsallaşması ve tarihsel bir aktör hüviyetini kazanması süreci çok boyutlu yansımalar yapmıştır ve yapmaktadır. Zikredilen yansımaların sivil toplum yönü ise Ülkü Ocakları adına bir sivil toplum gücü hasıl etmiştir. Ülkü Ocakları’nın sivil toplum sahasına yansıyarak elde ettiği gücün yanı sıra Ülkü Ocakları’nın ideolojik anlamından ve sosyolojik varlığından yani müstakilen zâtından, ‘kendi’liğinden kaynaklanan ve sivil toplumda cereyan eden başka bir güç daha mevcuttur, ki bu mevcudiyet ideolojik orijinli diğer yapılar için de muhteva farklılıkları mahfuz olmak kaydıyla aynı şekilde vardır. Ne var ki; tarifine gayret edilen ve güç üst başlığında birleştirilen faktörler, durağan bir siyaset arenasından, donuk bir toplumdan ve kristalize olmuş sivil toplumdan bahsedilemeyeceği için kesinkes ölçülememekte –ve ölçülmesi gerekmemekte- ancak kestirilebilmektedir.
Sivil toplumun tanımı, anlamı ve önemi üzerinde tam bir ittifak bulunmadığından sivil toplum kuruluşları (bundan sonra STK) paftası günden güne değişen binalar misalince seyri ve sabiteyi şahsında birleştirmektedir. STKnın birbirleriyle olan konumları neredeyse sabitken, genel ölçekteki konumları ve dolayısıyla önemleri konjonktürel olarak değişebilmekte, bir sivil toplum kuruluşu diğer sivil toplum kuruluşlarıyla olan münasebeti aynı kalmasına rağmen, siyasi iradeyi daha net yönlendirebilmekte, toplumsal bünyeyi daha çok sürükleyebilmekte ve ya ulusal ve uluslararası gündemi daha fazla işgal edebilmektedir. Bu durum herhangi bir sivil toplum kuruluşunun faaliyet performansına işaret ettiği kadar, o performanstan aşkın bulunan, sivil toplum olgusu ile olgu haricindeki her şeyin ‘karşı’laşmasından doğan dinamik bir dengeye de işaret eder.
Sivil toplum olgusu üzerindeki muğlaklık beraberinde ciddi bir kapsam tartışmasını zorunlu kılmaktadır. Hangi oluşumun STKndan addedilip hangilerinin addedilemeyeceği, sivil toplum kuruluşu vasfının neye göre ve kim tarafından izafe edilebileceği yahut sivil toplum kuruluşu olarak bilinmenin sivil toplum kuruluşu olmaya kafi gelip gelmeyeceği meseleleri konuyu daha da girift kılan tartışmalardır. Tartışmaların teorik ve pratik bakımlardan düğümlendiği nokta efradını câmî ve ağyarını mânî bir sivil toplum tanımının imkanlılığı noktasıdır. Sivil toplum tanımının gerek ve yeter koşullarının tayinindeki farklılıklar, kapsamın genişliği ile derinliği arasında bir tercih yapmayı gerektirmektedir. Eğer sivil toplum, sadece devlet iktidarnın baskısı ve denetimi altında olmayan gönüllü örgütlerin yer aldığı alan (Keyman) şeklinde tanımlanırsa etik ve içerik kıstaslarından bigane, alabildiğine genellemeci bir sivil toplum elde edilmektedir. Fakat sivil toplum; bir toplumun kendisini ve eylemlerini bir bütün olarak, devlet iktidarının baskısı ve denetimi altında olmayan gönüllü örgütler yoluyla yönetmesi (Keyman) olarak tanımlandığında da sivil toplumun misyonu demokrasi namına kutsanmakta ve devlet gerçeği kategorik biçimde olumsuzlanmaktadır. Ayrıca bu yaklaşım, istisnasız bütün STK için reel politikte muhalif bir tavır icap ettirmesi sebebiyle doğrudan politik ilgisi olmayan sivil örgütlenmelere ve genel manada sivil toplumun devletle işbirliğine çok da hizmet etmemektedir. Genişlik ve derinlik arasında makul bir istikamet tutturabilme adına; toplumsal sorunlara etkili ve uzun-dönemli çözüm bulma sürecine aktif olarak katılan, ve bu temelde de siyasi aktörleri bu çözümleri yaşama geçirecek politikalar üretmeye yönlendirmek için çalışan farklı gönüllü örgütlerin devlet denetimi dışında kurduğu ortak alan (Keyman) tanımı, anlamı sağlama ve amaca hizmet etme bakımından nisbeten daha makul görünmektedir.
Sivil toplumun tanımına ve anlamına yoğunlaşmış tartışmaların Batı literatürü içerisinde gerçekleşmiş oluşu zımnen sivil toplumun Batı’ya mahsus bir olgu kabul edilmesi yorumunu da doğurmuştur. Dikkat çekici olan sivil toplum hakkındaki Batı menşeyli düşünsel faaliyetlerin onu evvelen kendi tecrübesini referans kabul ederek tartışması değildir. Dikkat çekici olan sivil toplumun varlığıyla Batı’da, mümkünatıyla ancak Batı’da ve bütünüyle Batı’dakinden ibaret ele alınmasıdır. Batı-dışı toplumların, özellikle de Müslüman milletlerin, Tönniesyen cemiyet-cemaat yada Durkheimyen mekanik-organik tasniflerle kritik edilip, kamil manada bir sivil toplum inşa edemeyecekleri kanaati gayet yaygındır. Bu kanaat esas alındığı takdirde; kamil bir sivil toplumu betimleyen hemen herşeyin Batı’lı değerleri ve yargıları olumlaması totolojik bir sonuçtur. Zira kavram, zaten Batı önceliklidir –hatta Batı içindir- . Öyleyse; Batı öncelenerek ortaya konmuş, lüzumu ve geçerliliği Batı ile sınırlı ve Batı inhisarındaki bir kavram ne hikmetle Batı-dışı’nda aranmakta ve dahi –doğal olarak- bulunamadığında ne türden bir eksiklikten/yetersizlikden dem vurulabilmektedir! Esasen, Haldunyen bir asabiyecilik/grup dayamışması perspektifiyle Batı’nın sivil toplum tarihini özgün bir tenkide tabi tutmak ve “herkesin sivil toplumu kendine müsait” demek de mümkündür.
Ülkü Ocakları’nın nev-i şahsına münhasır varlığı, kendilikliği sayesinde, sivil toplumda cereyan eden bir güce malik bulunuşu ile sivil toplum sahasına, sivil toplumun kodları ve mekanizmaları vasıtasıyla yansıyarak elde ettiği gücün te’lifi iddiasını temellendirebilmek adına, yukarıda tartışılan öncülleri hatırdan çıkartmaksızın, sivil toplum olgusunun kavramsal müktesebatına ve Türkiye’nin sivil toplum geçmişine müracaat etmek mecburiyeti vardır.
B) ANA ‘HAT’LAR ve KAVRAMSAL ‘TEZHİP’LER
Michelangelo’dan mülhem mermer bloğu alıp, mermere ait olmayan kısımların atılmasıyla heykeli ortaya çıkarma mantığı sivil toplumun bidayetini izah etmek için kullanılabilir niteliktedir. Blokta heykeli olduğu gibi saklı kabul eden sanatsal kuram ile devleti milli varlıkta mündemiç sayan siyasal kuram aynı perspektiftedir. Milli sosyo-politik varlıkta içkin bulunan devlet, tekemmül edebilmek uğruna, ölçülü ve tedrici bir biçimde bütünden sıyrılır. Bu sıyrılıştaki ölçüden ve dereceden maksat; milli sosyo-politik varlığın zâyi edilmesine izin vermeyen, onu sakat bırakmayan, kırmaksızın yontan, koparmayıp ayıran ve milli bünyeyi tarihin temel yürütücü amili olan milletler arası rekabetin dişlilerinde un-ufak ettirmeyen milliyetçi tarz-ı siyasettir. Ayrışmak suretiyle devleti belirginleştiren parçaların ise milli sosyo-politik varlığa aidiyetleri devam etmekte ve ayrışmış olmaları hasebiyle devleti belirginliştirmektedirler. İşte bu milli sosyo-politik varlığa ait olduğu halde devletten ayrışmış/ayrılmış parçaların tamamına sivil toplum denilebilir.
Sivil toplum; başka hiçbir ıstılaha ihtiyaç duymaksızın anlaşılabilecek bir şey değildir. Tanımlardan da fark edileceği üzere sivil toplum; devlet, birey, haklar ve diğer kavramların eşliğinde anlamlandırılabilmektedir. Sivil toplumun başlangıcını izah edebilmek ancak devlet ve birey ilişkisini doğru okumakla mümkündür. Devlet-birey münasebeti bakımından ise eşitlik ve özgürlük yorumları konuya dahil olmaktadır. Devlet-birey-eşitlik-özgürlük bağıntısı Rousseau’dan haberdar fakat –Anglosaksonizme dûçâr olmayacak kadar- Hobbes’a taraftar bir yaklaşımla irdelendiğinde, insanların, devlet mekanizması olmaksızın çarpık bir eşitliğe ve sürdürülemez, psödö özgürlüklere mahkum kalacakları görülmektedir. Devlet öncesi döneme atıfla; Her insanın her insanı öldürebileceğine dayanan mutlak eşitlik savı, bir yandan tabii halin ne kadar tehlikeli bir hal olduğunu gösterirken, öte yandan tabii halden sivil hale geçişi sağlayacak sözleşmeye biçimsel tutarlılık kazandıracaktır. (Akal 2003: 95) Eşitlik ve özgürlük kavramlarının, ruhlarına uygun, tutarlı, sürekli ve birbirlerine nispeten dengeli mümkünatı, fertleri üst ve ussal bir sözleşmeyi yani devleti tanımaya götürür. Devlet; fertlere özgürlüklerini ve eşitliklerini kullanabilecekleri bir güven iklimi yani sivil hal tahsis eder. Bireysel güvenliği sağlayacak olan devletin kuruluşu, onu oluşturacak olan her bireyin her şey üzerindeki hakkından feragat etmesine bağlıdır. Bu vazgeçiş ile uygar ya da sivil topluma giden ilk adım atılmış olur.(Ekinci 2003:84) Sivil toplum; tabii halden sivil hale geçişle birlikte doğar ve bireylerin, haklarını devletin çizdiği sınırları gözeterek kullanmaları yoluyla gelişir. Devletten ayrı olan ama devlet olmaksızın da olamayan sivil toplumun gelişiminde bireyin her açıdan sivil toplumdan önce geldiği ileri sürülmeden, tabii hakların önceliği savunulamaz: Sivil toplumun ya da egemen gücün elinde bulundurduğu hakların tümü, köken itibariyle bireye ait olan haklardan türemektedir.” (Strauss 2000: 280) Zira birey; devleti ve sivil toplumu tabii halden vazgeçerek gerçekleştirmiştir. Sivil halle teşekkül eden devletin ve bu halde tebarüz eden sivil toplumun mesnedi bireyin zikredilen feragâtidir. Devleti ve sivil toplumu bir arada var kılan, bireylerin bu feragat uzlaşısıdır.
Sivil toplumun ortaya çıkışı ve bireysel hakların kullanılma kalitesi ve kantitesiyle doğru orantılı olarak gelişimi, onun yapısına ve işlevine dair düşünmeyi gerektirir. Çünkü; Sözleşmeyle kurulan sivil toplum insanlar arasındaki eşitsizliği politik eşitlik ya da yasalar karşısındaki hukuksal eşitlik biçimine dönüştürür.(Ekinci 2003:87) Pekiyi, bu dönüşüm nasıldır ve başarısı nelere bağlıdır? Dönüşümü kavrayabilmek sivil toplumun işlevini, dönüşümü değerlendirmek ise sivil toplumun yapısını anlamakla mümkündür. Sivil toplum; politik ve/ya hukuksal eşitliği sağlamakla mükelleftir. Bu mükellefiyet farklılıkların birbirleriyle münasebet kurma usûlleri düzenlenerek yerine getirilebilir. Sivil toplum sayesinde; antagonistik(farklılıkların husumeti) temayüller agonistik(farklılıkların rekabeti) temayüllere evrilir. Farklılıkların temsili bağlamında, modern demokratik devletin ayırıcı özelliği, siyasal yarıştır.(Dahl 1993:23) Husumetin rekabete tahvili gerçekleşmeksizin farklılıkların ancak siyasal düzlemde çatışmaları beklenebilir. Farklılıkları, çatışmaktan yarışmaya yönlendirerek devlet aygıtının arzulanan yönetsel olgunluğa erişmesine zemin hazırlayan sivil toplumdur. Sivil toplumun farklılıkları yarıştırma keyfiyeti onun yapısından bağımsız ele alınamaz. Ve hatta, bahsi geçen yapı, sivil toplumun farklılıkları yarıştırma keyfiyetine doğrudan müdahildir. Sivil toplumun karmaşık ve çok-boyutlu yapısı kendisini, sivil toplumu (a) STK’larla özdeşleştiren ve “örgütsel yaşam” olarak tanımlayan, (b) demokratikleşmeyle özdeşleştiren ve “demokrasiye geçişin ön-koşulu” olarak tanımlayan, ya da (c) “katılımcı demokratik toplum yönetiminin gerekli aktörü” olarak gören farklı oluşumların eş-zamanlı olarak sivil toplum alanında yer almasında göstermektedir.(Keyman ve İçduygu 2003) Sivil toplumu; salt örgütsel çabalar, demokrasi için bir ön-şart yahut demokratik toplumun – ki demokratik toplum, bambaşka ve radikal, demokrasist bir toplum düzeni projesinin ürünüdür!- bir gereği olarak öngörmek, tabiiyyetle birbirinden apayrı sosyo-politik projeksiyonlar ortaya koymak demektir. Her projeksiyonun ise siyasal arenadaki performansı aynı olmayacaktır. Sivil toplumun politik ve/ya hukuksal eşitliği sağlama mükellefiyetinin ifası gayet hareketli ve hararetli bir sivil toplum dünyası yaratmaktadır.
Sivil toplumun hem işlevi hem de yapısı noktasında cârî bir diğer husus ise milli/bölgesel şartların eş olmayışıdır. Kuzey ve batı ülkelerinin sivil toplum tecrübeleri, orta ve doğu Avrupa ülkeleri ile latin coğrafyasınınkinden farklıdır. Orta ve uzak doğudaki tecrübeler ise zikredilen memleketlerdekinden bir hayli farklıdır. Belli bir eğitim düzeyinde olup, böylelikle değişik kurum ve örgütlere girip çıkabilen… değişik toplumsal ortamların yapı taşlarından biri olmaya yetecek donanıma sahip modüler insan (Özdalga 1996:260-261) kadrosu ve cemiyet özelliklerine haiz toplum yapısı dünyanın her yerinde aynı yoğunlukta değildir. İş bu yoğunluk farkı sivil toplum olgusunu milli bazda ölçeklendirmeyi daha makul kılmaktadır. İmdi; “bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinin arka planını tasvir etmek adına ölçek, Türkiye üzerine getirilmelidir.
C) TÜRKİYE’NİN SİVİL TOPLUM TECRÜBESİNE DAİR
Türkiye’nin sivil toplum tecrübesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Türk siyasal hayatının paralelinde seyretmiştir. Türk siyasal hayatında meydana gelen çalkantılar, buhranlar, değişim ve dönüşümler Türkiye’nin sivil toplum tecrübesini domine eden başat faktördür. Öncelikle; Türk siyasal kültürünü değişimden çok devamlılık karakterize eder. (Heper 2000:1) Ve bu devamlılık bağlamını en çok, devlet ifade eder. Türk milletinin tarihsel yolculuğunda muktedir, merkezi devlet tonunun koyuluğu, moral değerlere bağlılığının ardından, Türk milletinin jeopolitik ve jeostratejik direncini açıklayan en önemli husutur.
Türk milletini; milletler mücadelesinin anbean değişen zorlayıcılığına, yıkıcılığına karşı bağışıklı kılan ‘güçlü merkez’, Türk siyasal hayatına bir nevî kendi tarzını kazandırmıştır:Adap geleneği. Devletin yönetenle değil, kurulu değerler ile özdeş olduğunun varsayıldığı “adab geleneği” Osmanlı İmparatorluğu’nda klasik dönemi boyunca (1200-1600) hakim olan bir anlayış idi. Adab geleneği devlet odaklı, seküler ve sivil toplumdaki faktörlerden bağımsız olarak kabul edilmekteydi.(Akşit vd. 2003) Kudrete ve adalete dayanarak aklî bir gereklilik hüviyetine bürünen adap geleneği muktedir devleti ibraz eden anahtar kavramdır. Osmanlı’nın güçten düşmesiyle vasatını kaybeden adap geleneğinin devletin tâkât yetirememesinden çok sonra dahi gözden ve çaptan düşmemeyi başarabilmesi, onun Türk siyasal hayatında bir teamül ve bir tarz şeklinde var olduğunun delilidir. Güçlü merkezin sivil toplumu sınırlandırdığı tezi tersinden de delillendirilebilir. Türk siyasal tarihinde devlet erkinin zaafiyete uğradığı vetirelerde milli varlığın sürekliliğini sağlayan sivil toplum hamleleri öne çıkmıştır. Kaotik Beylikler Dönemindeki ‘Âhiler’ örneğinde görüleceği gibi. Kaotik sürecin aşılmasının ardından ise devletin sivil topluma emaneten bırakılmış yönetsel rolünü geri aldığı kaydedilmektedir. Osmanlı toplum yapısında, toplumla devlet arasında önemli bir varlık, dolayısıyla sivil toplum unsurları niteliğinde olan şehir, lonca, dini kurum ve yerel eşraf gibi aracı kurumlar varlık itibariyle sivil topluma örtük bir potansiyel teşkil etmişlerdir. (Çaha, 1996:78) Fakat bu potansiyel ancak devletin müsaade ettiği yada müsaade etmek zorunda kaldığı zamanlarda yönetişim anlamında kuvveden fiile çıkmıştır. Adap geleneği ile teşmil olan güçlü merkez, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal ederek, bu dönemde de sivil toplumun mahdut kalışına sebep olmuştur.
Cumhuriyet’in Osmanlı’dan tevarüs ettiği güçlü merkez tarzı, Cumhuriyet’in toplum yaratma çabaları ile birlikte sivil toplum meselesinin mecrasını farklılaştırmıştır. Devlete tâbîliğin tarzındaki değişiklik ve tâbî olanların medeniyetler arası gönülsüz ilticası, sivil toplumu da etkilemiştir. Esasen; tâbîlerin ve tâbîyyetin devlet eliyle dönüşümü bir modernite projesidir. Ne yazık ki proje, öz vatanında mülteci bir millet yaratmaktan öteye gidememiştir. Devlet geleneksel olarak yine güçlü, birey ve sivil toplum ise hâlâ edilgendir. Bir farkla; bireyin ve sivil toplumun edilgenliğini yepyeni bir üslupta devam ettirmesi hakim etken kürsüsünden va’zdilmektedir. Kemalist modernite projesi, ulus-devleti toplumu örgütleyici ve tanımlayıcı egemen özne konumuna getirerek(Keyman ve İçduygu 1998:172) tatbik edilmiştir. Kemalist tatbikatın neticesi ise sorumlulukların yüklenip hakların tanınmasının geriye bırakıldığı, ‘birey’ vasfından uzak bir yurttaşlık anlayışıdır. Tâbîlerin edilgenliği hem modernize edilecek bir unsur hem de modernitenin yüklenicisi olmak bakımından devam etmektedir. Edilgenliğin istikrarı ise Ordu’nun uhdesindedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze değin Ordu, Kemalist prensip ve önceliklerin savunulması adına ve şahs-ı manevisini feda etmek pahasına sistemi ve dolayısıyla sivil toplumu baskılamıştır. Fakat bu baskılayışın hangi ölçüde amacına hizmet ettiği tartışmalıdır. Artık zaten Ordu’da; sivil toplum gruplarının varolduğu bir siyasi atmosfer yaratmaya ve dinamik bir uzlaşma sağlamaya çalışmakta, farklı çıkarların meşruiyetini kabul etmektedir. Diğer bir deyişle, ordu ılımlı araçsalcı bir devlete dönüşebilecek geçiş halinde bir aşkın devlet aramaktadır. (Heper, 1985; Heper ve Güney, 2000) Ordu’nun farklı çıkarların meşruiyetini kabul etmesine kadar geçen sürede, gerek kabul öncesi yapılan askeri müdahalelerin kahrediciliği, gerek bu müdahalelere maruz kalmayı başaran(!) siyaset kurumunun itibar kaybı, gerekse de uluslar arası konjonktürün büyük değişimi ile Türkiye’ye özgü bir sivil toplum açığa çıkmıştır.
Yukarıda zikredilen ve birbiriyle ilintili bulunan üç faktörün müştereken ihdas ettiği Türkiye tipi sivil toplumu anlarken ve açıklarken, ideolojik olanın bizatihi var oluşunu, çağa mâl oluşunu ve çağa tahvil edilişini göz önünde tutmak çalışmanın metodolojik esasıdır. Şimdi, bu esasa göre Ülkü Ocakları’nın sivil tolum gücüne değinilebilir.
D) ÜLKÜ OCAKLARI’NIN SİVİL TOPLUM GÜCÜNÜN ÜÇ BOYUTLU KONFİGÜRASYONU
i) Bizâtihi Var Oluşundan Kaynaklanan İlk Boyut:
Ülkü Ocakları; bizatihi var oluşu sayesinde ve o var oluşa dayanarak bir sivil toplum gücüne mâliktir. Bu güç Ülkü Ocakları’nın toplumla kurduğu ilişkinin frekansından sadır olmaktadır. Türk toplumunu tanzim eden ve ona bir milli şahsiyet kazandıran değerler Ülkü Ocakları’nın ontolojik referanslarıdır. Bu referanslar müktesebatı, milli öz ile, rabıtası dolaysız ve kendiliğinden bir manevi köprü teşekkül ettirir. Milli özden neş’et eden referanslarla örülü olmak, Ülkü Ocakları ile millet arasında bir genellik-modellik ilişkisi yaratmaktadır. Ülkü Ocakları’nın milletin değerleriyle referanslanmışlığı, O’nun milletten tagayyürünü imkansız hale getirerek, her koşulda milleti anlamasına ve milletçe tanınmasına vesile olur. Ülkü Ocakları’nın milleti anlamasından maksat; milletin maruz kaldığı, makbul baktığı, aklettiği, hissettiği ve kanaat getirdiği her ne varsa bütün bunları milletin duyumsadığı gibi duyumsamak, milletle akıl, his ve kader bakımından aynîleşmektir. Bu aynîleşme, milletin –olası- dejenerasyonundan nasibini almaya dek götürülebilir. Bu meyanda belirtmek gerekir ki; milletin dejenerasyonu demek bütün bir milletin külliyen pütrüfükasyonu/çürümüşlüğü demek değildir, –hatta, milletin bütün halinde çürümesi olası da değildir, ancak dejenere öğelerden/uçlardan dem vurulabilir-. Ülkü Ocakları’nın milletçe tanınmasından maksat ise; milletin Ocak’ı –ve Ocak’lıyı- kendinden bilmesi, Onu tanıyarak ayrıştırmak yerine tanıdıkça benimsemesidir. Ülkü Ocakları’nın ontolojik referansları uyarınca milleti anlaması ve miletçe tanınması keyfiyeti siyasal düzeyde ve toplumsal düzende bir güç unsurudur. Tesmiye etmek gerekirse bu güce; ‘sivil toplum denklemlerinin Ülkücü sabiti’ denilebilir.
Sivil toplum denklemlerinin Ülkücü Sabiti; Ülkü Ocakları’nın varlığını milletin varlığına koşutlamasının sosyo-politik tezahürü olarak işlerlik kazanır. Bu genel koşutlanmışlığı diğer STKnın toplumsal meselelerle ilgilenme biçiminden ayırabilmek adına şu istatistik faydalıdır: Sizce STK belirli bir konuda uzmanlaşmalı mıdır? Ülkü Ocakları: Evet, tek konu da uzmanlaşılmalı-%37.5 , Hayır, bir çok konuda yer alınmalı-%62.5 (Akşit vd. 2003:117) (Ülkü Ocakları mensupları ile birlikte MGV ve DİSK mensuplarının da en yüksek hayır oranı grubunda bulunuşları, ideolojik bazlılığın istatistik tasnifteki yakınlaştırması olarak değerlendirilebilir.) Diğer STKna nispeten Ülkü Ocakları mensuplarının çok yüksek oranda çeşitli konularda yer almak isteyişlerini seslendirmeleri; milletin bütüncül varlığına koşutlanmanın, tek bir uzmanlık sahasına indirgenilemeyişindendir.
Ülkü Ocakları’nın ontolojik referansları uyarınca milleti anlaması ve miletçe tanınması keyfiyetinin sivil toplum denklemlerine kattığı Ülkücü sabitinin haricinde, Ülkü Ocakları’nın Türk Milletine tarihsel rolünü ve medeniyet iddiasını hatırlatması ve Onu bu role, bu iddiaya yeniden davet etmesi de Türkiye’de sivil toplum yapısınının bütününe tesir eden bir faktördür. Zira Türkiye’de an-şart teşekkülü kemale eren sivil toplum yapısı Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin torna iznelerini taşımaktadır. Hal böyle iken; organizasyon aşamasındaki Türkiye tipi sivil topluma Ülkü Ocakları’nın etkisi, asimetrik bir re-organizasyon dinamiğidir. Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin tornasından çıkma Türkiye tipi sivil toplumun kahir ekseriyetle bir kavram şuuru ve coğrafya haritası vardır. Halbuki Ülkü Ocakları’nın; bir kavram haritası ve coğrafya şuuru vardır!
Ülkü Ocakları’nın bizatihi varlığı biri sivil toplumun mekanizmasında, içinde öteki de sivil toplumun çeperlerinde tesirli iki faktörü ortaya koymaktadır. Bu iki faktörün müştereken sağladığı imkanlar Ülkü Ocakları’nın sivil toplum gücünün mukaddimesi olarak değerlendirilebilir. Zira Ülkü Ocakları’nın Türkiye’ye mâl oluşundan kaynaklanan sivil toplum etkisi bu iki faktörün izinden devam etmektedir.
ii) Türkiye’ye Mâl Oluşundan Kaynaklanan İkinci Boyut:
Nizam-ı Alem’i ve i’lâ-yı kelimetullah’ı gaye edinmiş Türk Milliyetçiliğinin, Ülkücü disiplinle Ocak çatısı altında kurumsallaşarak mücadele vermesi, özelinde yakın dönem siyasal tarihte genelinde de Türk tarihinde kendi sayfasını açmıştır. Tarih okuyan bir teşekkülün, tarihe geçip kendi tarihini okutmaya başlaması politik ve sosyolojik bir mâl oluşun habercisidir. Öyleyse; Ülkü Ocakları nereye mâl olmuştur ve bu mâl oluş ne manaya gelmektedir?
Ülkü Ocakları Türk siyasal hayatına ve Türk Milleti’nin kolektif şuuraltına mâl olmuştur. Ve bu mâl oluş; Ülkü Ocakları’nın verdiği mücadelenin hem içeriğiyle hem de biçimiyle alakalıdır. İçeriğiyle alakalıdır çünkü bu içerik Türk siyasal hayatında kültür kazandırıcı olmuştur. Milli değerlerin, milleti millet yapan hasletlerin, bütünlüklü tarih algısının, milli tarihsel rolün, İslami sosyolojik ve ekonomik prensiplerin ve sünni dokunun siyaset kurumunun gündemine girebilmesi ve siyasal, ekonomik, akademik, askeri-sivil bürokratik elitlerin zikredilen hususları –isteseler de istemeseler de- hesaba katmak zorunda kalmaları Ülkücü mücadelenin akültüratif zaferidir. Evet, Türkiye hâlâ ‘Milliyetçi Türkiye’ olmamıştır, ‘Milli Devlet’ için ‘Güçlü İktidar’ henüz gerçekleşmemiştir ama Türkiye’de Türklüğün tasfiyesine mâni olunmuş, kurum ve kuruluşlar milliyetçi öncelikleri yer yer/zaman zaman gözetmeye kendilerini mecbur hissetmiş, milletin kolektif şuuraltında korunan milli zigotun ideolojik bir kürtajla katledilmesi engellenmiştir. Ve biçimiyle de alakalıdır çünkü; şeklin öze mukaddem olduğu bir toplumda en âlâ öz bile yanlış bir biçimde sunulduğu takdirde âkim kalmaya mahkumdur. Ülkü Ocakları’nın mücadele metodu bu milletin ilksel olarak aşina olduğu –yegane hak- metod olan ‘tebliğ-davet-icabet’ metodudur. Ülkü Ocakları’nın tebliğ-davet-icabet metodolojisi toplumun dini-milli dip akıntılarını besleyen bir sosyal hareketlilik yaratarak, medeniyetinden iltica ettirilmiş bu milletin köksüzlüğünü teskin etmiştir. Ve dahi; bu mücadelenin kurbanlarla bezenmişliği, mücadelenin samimiyeti, biçim ve içeriği hakkındaki her türlü şüpheyi sâkıt etmektedir.
Ülkü Ocakları’nın Türk siyasal hayatına ve Türk Milleti’nin kolektif şuuraltına mâl oluşu sivil toplum bazında şu manaya gelmektedir: Kemalist modernizasyonun ve küreselleşmenin şekillendirmesinden ibaret bir sivil toplum yaratma çabaları, tüm legal, finansal ve konjonktürel avantajlarına rağmen, bir türlü istenen seviyeye çıkamamaktadır. Çünkü henüz bu ülkenin ‘kendine has insan yetiştirme kültürü’ sosyolojik, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik bakımlardan hâlâ câridir. Yani; sivil toplum noktasında planlar farklıdır ama malzeme aynı malzeme, Müslüman Türk aynı Müslüman Türk’tür. Tabiri caizse; hacer-ül esved taşından barok tarzı kagir bina çıkmamaktadır. Müslüman Türk’ün ‘Müslüman Türk’lük hasletlerinin muhafazasında da Ülkü Ocakları’nın işlevi ve önemi ortadadır.
Ülkü Ocakları’nın verdiği mücadelenin biçimi ve içeriği ile Türkiye’ye mâl oluşu; sivil toplum denklemlerindeki Ülkücü sabitinin ve Ülkü Ocakları’nın halka rağmen halkçı ve/ya millete yabancı sivil toplumculuk çabalarına karşı gösterdiği asimetrik dinamiğin müşterek zemininde yükselerek, milletin sivil toplum marifetiyle çarpık dönüşümüne müsaade etmemektedir. Bunun kadar mühim bir başka husus ise Ülkü Ocakları’nın kurumsal varlığıyla yerli bir sivil toplum alanı yaratılmasına sunduğu katkıdır. Ülkü Ocakları’nın yerli bir sivil toplum alanı yaratılmasına ve milletin izzetiyle ve haysiyetiyle çatışmayan bir toplumsal dönüşüme ettiği hizmet, Onun çağa tahvil edilişinden kaynaklanan sivil toplum gücüdür.
iii) Çağa Tahvil Edilişinden Kaynaklanan Üçüncü Boyut:
Ülkü Ocakları; referans değerleri, kurumsal kimliği ve örgütlülüğü ile, yerli bir sivil toplumculuğun inşasına ve toplumsal dönüşümün toplumsal asılla tutarlılığına hizmet etmektedir. Ülkü Ocakları’nın -var oluş amacı/ülküsü ile çelişmemek kaydı şartıyla- siyasal, sosyal ve kültürel faaliyetlere alaka göstermesi, nüfuz etmesi, tenkid ve tahlillere tâbî tutması,katılması, destek vermesi ve ya muhalefet-protesto etmesi, Onun çağa tahvil oluşunun üst başlıklarıdır.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin siyasal yöntemi, Onun siyasal hayatta ve demokratik yarışta belli bir siyasi partiye verdiği destektir. Ülkü Ocakları mensuplarının siyasi bir partiye üye olma oranları %36.4tür.(Akşit vd. 2003: 228) (Üyelik oranı diğer STKnın-LIONS hariç- çok üzerinde, marjinal değerdedir.) Ülkü Ocakları’nın ideolojik ve tarihsel olarak birlikte hareket ettiği ve ciddi bir oranda kadrolarını yetiştirdiği Milliyetçi Hareket Partisi politik bir aktördür, siyaset kurumunda yer almaktadır. Ülkü Ocakları’nın Milliyetçi Hareket Partisi’ne verdiği destek, aynı zamanda kendi tercihi ile genel siyaseti denetleyebildiğini göstermektedir. Ülkü Ocakları’nın genel siyaseti parti ilgisi ve desteği üzerinden denetleyebiliyor oluşu, bu desteği alenen gösterme geleneği ve iradesi, O’nun çağa sürdürülebilir, demokratik, açık ve sorumluluk almaktan imtina etmeyen bir siyasal duruşla tahvil edildiğini gösterir.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin sosyal yöntemi ise yaygın ve açık örgüt yapısıdır. Yaygın ve açık örgüt yapısı esasen Ülkücü mücadele metodolojisinin gereğidir. Yaygın ve açık örgütlülük olmaksızın tebliğ-davet ve icabet zincirinin kısa kalması kaçınılmazdır. Ülkü Ocakları’nın çok büyük oranda taşra teşkilatlanması sayesinde toplumla buluşuyor, toplumun her kesiminden insanı bünyesinde tutuyor, iç mekanizmaları uyarınca devamlı yeni yüzlerle kendini devam ettiriyor, yerel gündemin nabzını tutuyor, lokal sosyal vakıaları regüle ediyor oluşu, Onun çağa –hatta hayata- tahvil edilişinin ana damarıdır. Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin sosyal yöntemindeki diğer damar ise organizasyonlardır. Aynı konunun, günün, olayın taşra teşkilatları eliyle pek çok yerde idantik bir tarzda organizasyonlarla icra edilmesi kanaat geri dönüşü imkanını da sağlaması bakımından mühimdir. Aynı konuyu, her yerde, aynı üslupla icra edebilmek ciddi bir teşkilat başarısıdır. Bu başarıda; Ülkü Ocakları mensuplarının Sivil toplum kuruluşunuzun aldığı kararları ne ölçüde desteklersiniz? sorusuna verdikleri %66.7 hemen hemen tümünü, %21.2 çoğunu, %12.1 bazılarını(Akşit vd. 2003: ) cevabının etkisi yadsınamaz. ( Destek oranı diğer STKnın çok üzerinde, marjinal değerdedir.) Ülkü Ocakları mensuplarının Üyesi olduğunuz başka bir STK var mı? sorusuna verdikleri %90.9 Hayır(Akşit vd. 2003:223) cevabı da teşkilat disiplini açısından kayda değerdir. Yalnız; Ülkü Ocakları mensuplarının cinsiyet dağılımındaki aşırı dengesizlik sosyal bünyeye hakkıyla tahvil olabilmenin bağdaşabileceği bir durumu ifade etmemektedir.
Ülkü Ocakları’nın çağa tahvil edilişinin kültürel yöntemi ise merkezi neşriyatlar, teşkilat organizasyonlarında beyan edilen konular ve öğrenim kurumlarındaki Ülkücü kitlenin kurum içinde gösterdiği sistematik-demokratik katılımcılıktır. Özellikle yüksek öğrenimde temerküz eden bu kültürel katılımcılığın Türkiye’nin düşünsel hijyeni adına gayet hayırlı olduğunun tespiti zor değildir.
Hülasa; Ülkü Ocakları’nın yerli bir sivil toplumun inşası açısından çağa siyasal, sosyal ve kültürel yöntemlerle tahvil edilişi tematik faydalar ortaya koymaktadır. Bütün tematik faydaların tamamından ayrı bir boyutta ama en az onlar kadar kıymetli olan bir başka fayda da; ithal sivil toplumculuğa ve laikar siyasal erke milli sivil toplumun realitesini ispat etmesi ve ‘legal’ olanın yanında ‘helal ve örfî’ olanı hatırlatmasıdır.
E) SONUÇ YERİNE
Başlarken; “Bir sivil toplum gücü olarak Ülkü Ocakları” bahsinde de; sivil toplum, sivil toplumun gücü ve Ülkü Ocakları unsurları, birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikleri her an değişken üç ayrı değer kümesini ifade etmektedir, denilmişti. Birbirleriyle kesiştikleri muhakkak fakat kesişme nitelik ve nicelikler değişken bu üç değer kümesinin kesişim eksenleri tespit, takip ve tahlil etmek adına ortaya konan bu manzumenin –şimdilik- neticesi Batı Medeniyeti’nin kavramlarının tartışılmaz, İslam coğrafyasının mâkûs talihinin ise aşılmaz olmadığı yönündedir. Görülmektedir ki; Batı medeniyet dairesinin öz numunesi zaviyesinde telakki edilen sivil toplum, Türkiye’de, Ülkü Ocakları’nın çabaları sayesinde milletin fayda ve bekâsına hasredilebilmiştir. Ülkü Ocakları’nın malik olduğu sivil toplum gücünün anahtarı, ‘kavramı millete hasrederek gerçekleştime’ niyet ve istikametindedir. Ve mevzubahis Ülkü Ocakları ise; -niyet ve istikamet gereği- bütün anahtarlar birbirlerine benzerler.
F) KAYNAKÇA
AKAL Cemal Bali (2003) ,Modern Düşüncenin Doğuşu/İspanyol Altın Çağı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara.
AKŞİT Bahattin., SERDAR Ayşe ve TABAKOĞLU Bahar (2003), “Sivil Toplumun ve Katılımın Güçlendirilmesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü”, TÜBİTAK-TÜBA-YÖK SOBAG’a sunulan araştırma raporu, Ankara.
ÇAHA, Ömer. (1996), Sivil Kadın. Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın. (Çev:E. Özensel), Vadi Yay. , Ankara.
DAHL, Robert A. (1993), Demokrasi ve Eleştirileri. (Çev. Levent Köker), Ankara.
EKİNCİ Ekrem (2003), “ Hobbes ve Rousseau: Toplumsal Sözleşme Kuramı”, Kaygı Dergisi, Bursa.
HEPER, Metin (1985), The State Tradition in Turkey, Eothen Press., Walkington.
HEPER Metin ve GÜNEY Aylin (2000), ‘The Military and The Consolidation of Democracy: The Recent Turkish Experience’, Armed Forces & Society. 26(4): 35-58.
HEPER, Metin (2000) ‘The Ottoman Legacy and Turkish Politics’, Journal of International Affairs. 54(1): 63-83.
KEYMAN E. Fuat , “Avrupa’da ve Türkiye’de Sivil Toplum”, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, http://panel.stgm.org.tr/vera/app/var/files/a/v/avrupadaveturkiyedesiviltoplum.doc/ 17.10.2011
KEYMAN E. Fuat ve İÇDUYGU Ahmet (2003) , “Globalization, Civil Society and Citizenship in Turkey”, Citizenship Studies, 7:2 , İstanbul.
KEYMAN, Fuat ve İÇDUYGU Ahmet (1998), ‘Türk Modernleşmesi ve Ulusal Kimlik Sorunu: Anayasal Vatandaşlık ve Demokratik Açılım Olasılığı’, 75 Yılda Tebaadan Yurttaşa. Tarih Vakfi Yayınları, İstanbul.
STRAUSS, Leo (2000), Tabii Hak ve Tarih, Devlet Kuramı, Der. Cemal Bali Akal, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
ÖZDALGA, Elisabeth. (1996), “Sivil Toplum ve Düşmanları” , iç, Postmodernizm ve İslam Küreselleşme ve Oryantalizm (der:A.Topçuoğlu, Y.Aktay), Vadi Yay., Ankara.
(Bu yazı ilk olarak ‘Ülkü Ocakları Dergisi’nin 100. sayısında yayımlanmıştır.)
Ahmet T. ODLUYURT
Ptsi Kas. 18, 2024 1:39 pm tarafından Dilaver
» Selami Sahin - 33 Albüm...9 adet 45 lik-24 Albüm...
C.tesi Kas. 16, 2024 8:27 pm tarafından karbeyaz
» Hayri Şahin 39 Full Albüm...
C.tesi Kas. 16, 2024 12:02 pm tarafından karbeyaz
» Ferhat Göçer 23 Full albüm...
C.tesi Kas. 16, 2024 11:55 am tarafından karbeyaz
» Halimiz Ahvalimiz 8 Full album...
C.tesi Kas. 16, 2024 11:50 am tarafından karbeyaz
» Nesrin Sipahi - 18 albüm ve 45 likleri...
Çarş. Kas. 13, 2024 8:17 pm tarafından yürek_desin
» Tas Plak Meyhaneleri - 12 Full Albüm...
Çarş. Kas. 13, 2024 9:22 am tarafından furkan0116
» TAŞ PLAKLARDAN GAZELLER
C.tesi Kas. 02, 2024 9:08 pm tarafından cvvccv
» Tas Plaklar + Nostalji sesler 4 Bölüm...
C.tesi Kas. 02, 2024 8:46 pm tarafından cvvccv
» Taş Plak Nostalji Serisi 20 Albüm Tsm...
C.tesi Kas. 02, 2024 8:22 pm tarafından cvvccv
» Logo - 50
Ptsi Ekim 21, 2024 8:14 am tarafından Seheryeli
» Logo - 49
Ptsi Ekim 21, 2024 8:11 am tarafından Seheryeli
» Logo - 48
Ptsi Ekim 21, 2024 8:10 am tarafından Seheryeli
» Logo - 47
Ptsi Ekim 21, 2024 8:08 am tarafından Seheryeli
» Logo - 46
Ptsi Ekim 21, 2024 8:07 am tarafından Seheryeli
» Logo - 45
Ptsi Ekim 21, 2024 8:05 am tarafından Seheryeli
» Logo - 44
Ptsi Ekim 21, 2024 8:04 am tarafından Seheryeli
» Logo - 43
Ptsi Ekim 21, 2024 8:00 am tarafından Seheryeli
» Logo - 42
Ptsi Ekim 21, 2024 7:59 am tarafından Seheryeli
» Logo - 41
Ptsi Ekim 21, 2024 7:58 am tarafından Seheryeli